Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen 350 okul müdürü ile birlikte, Yalova Esenköy’de 5 günlük bir “eğitim yönetimi” seminerine katılmıştım.Milli Eğitim mevzuatı, Yönetim ve Organizasyon, Liderlik vs gibi konularda bir program dâhilinde eğitim ve paylaşım içerisindeydik. Eğitimci olarak Milli Eğitim Bakanlığında değişik dairelerde görev yapan şube müdürleri, daire başkanları katılıyorlardı. Kampüs içerisinde ders harici zamanlarda daha samimi sohbet ortamları oluşuyor, uygulamalar ve yönetmelikler üzerine konuşuyorduk. Bize göre olması gereken kısmıyla asla ilgilenmiyorlar, yönetmeliklerde farklı yorumladığımız kısımları, kendi anlatmak istedikleri şekilde(!) anlamamıza yardımcı oluyorlardı.( Zaten, bir yönetmelik maddesi üzerinde nasıl olur da her okuyan farklı bir şey anlar ve her yönetmelikten sonra mutlaka açıklayıcı genelgeler ve “tereddüt edilen hususlar” diye yazı gelir 20 yıldır anlayabilmiş değilim.)
Seminerin Daha önce katıldıklarımdan pek farkı yoktu, zira durum basit bir anlatımla şöyleydi: “siz, bizim sizden istediklerimizi doğru ve sorunsuz yerine getirin. Bize vatandaştan şikâyet gelmesin. Hazırlayıp sunduğumuz müfredat programlarını harfiyen işleyin. Bizler, sizin yerinize de düşündüğümüzden, siz sadece uygulayın, sorgulamayın.” …
Tüm okulların ortak problemleri (genellikle maddi sıkıntılar) gündeme geldiğinde ise “bizim dairemiz, bu hususlarla ilgilenmiyor” diyerek baştan savılıyor. Veya “evet haklısınız” diyerek, gazımız alınıyordu. Her şeye rağmen “Yeni Yönetim Yaklaşımları” başta olmak üzere faydalandığımız konularda vardı işin doğrusu.
Perşembe günü sabahı, tüm katılımcılar konferans salonunda toplandık. Günün ders konusu PISA (Program for International Student Assessment) yani Uluslar Arası Öğrenci Başarısını Belirleme Programı idi.
PISA, OECD ülkelerindeki 15 yaş grubu öğrencilerin karşılaşabilecekleri durumlar karşısında ne ölçüde hazırlıklı yetiştirildiklerini belirlemek amacıyla geliştirilmiş bir program. Ölçülmeye çalışılan nitelik, öğrencilerin okulda müfredat kapsamında ele alına konuları ne dereceye kadar öğrendikleri değil, gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumlarda sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanabilme yeteneği, öğrencilerin düşüncelerini analiz edebilme, akıl yürütme ve okulda öğrendikleri fen ve matematik kavramlarını kullanarak etkin bir iletişim kurma becerisine sahip olup olmadıklarıdır.
350 okul müdürü, daire başkanları, şube müdürleri vs dinlemedeyiz. Kürsüye EARGED de bir hayli yıldır şube müdürü olan bir hanımefendi çıktı. Uzunca bir slayt hazırlamıştı. Önce kendini tanıttı. (31 yıl) bakanlıkta çalıştığından söz etti. TIMSS-R , PIRLS ve nihayetPİSA programı uzmanı olduğunu ve Türkiye bu programa dahil olduğundan beri programla kendisinin ilgilendiğini anlattı. Ardından dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılan toplantılarda yemeklerde törenlerde çektirdiği 40ın üzerinde fotoğrafını gösterdi. Belçika’dayken, Finlandiya’dayken, Portekiz’deyken, Brezilya’dayken…. Nihayet konuya girdi, %90 ımızın ilk defa duyduğu PISA yı anlattı, soruları nasıl hazırladığından, sınavlarını nasıl yaptığından söz etti. Kategorize edilmiş sınavlarda elde edilen verilere göre istatistiki sonuçları grafiklerle gösterdi. 3 yılda bir yapılan sınavlarda ülkemiz her kategoride listenin sonlarındaydı. Grafiklere göre OECD ülkelerinin en kafasızı bizdik. Üzüldüm, ümitsizliğe kapıldım. Birçok arkadaş benim gibi düşünüyor olmalı ki, başarısızlığı üstlenmiş, başımızı önümüze eğmiştik. Sessizce dinlemeye devam ettik…
Son bölümde hanımefendi, PISA sınavlarında sorulan sorulardan örnekler veriyordu. İlgiyle dinledim. Öğrenim ve öğretim hayatım boyunca ilk defa gördüğüm soru örneklerini izlerken hayretler içerisindeydim. Sorular, tamamen analitik düşünmeye sevk ediyor, asla ezber istemiyordu. Sorunun içerisinde asgari bilgi veriliyor, öğrencinin yorumlama, muhakeme ve analiz yeteneklerini kullanması isteniyordu. Örneğin: Bir ön bilgi notunda Dünya ve hayali Roka gezegeni değişik verilerle kıyaslanıyor; atmosferlerindeki oksijen, karbondioksit, azot oranı, yüzeyinde bulunan su ve değişik minerallerin miktarları veriliyor; bu bilgiler ışığında çözülmesi istenen birkaç soru sıralanıyordu. Dünyada kalp atışı sayısı şu kadar olan bir insanın Roka gezegenindeki kalp atışı sayısı ne olur gibi… Fen ve matematik soru örneklerini sıraladı ve nihayet, başarısızlığın müsebbibi olan bizleri ezdikçe ezen bakışlarını üstümüzde bir tur gezdirerek kürsüden indi.
Söz istedim. Konuşmak ve bir değerlendirme yapmak istediğimi söyleyerek kürsüye çıktım.
“Sözlerime, biraz önce bizlere sunum yapan hanımefendiyi kınayarak başlamak istiyorum dedim. Kınıyorum, çünkü bize gönderilen müfredat ve programlarda böyle bir eğitim yaklaşımı yok. Biz öğretmenler, bu eğitim yaklaşımıyla yetiştirilmedik. Az önce yemeklerde toplantılarda boy boy fotoğraflarını izlediğimiz hanımefendi, hemen yanı başındaki daireye gidip de: “ Bakın, dünya 15 yaşındaki bir öğrenciden bu düzeyde ve bu yaklaşımda eğitim istiyor, buna göre program ve müfredatlar hazırlayın” dememiş. Türk insanının burada sayılan tüm ülke insanlarından daha zeki ve çalışkan olduklarını düşünüyor, kendi işimi de hakkıyla yerine getirmeye çalışıyorum. Burada bulunan okul müdürü arkadaşlarım da her türlü imkânsızlığına rağmen azim ve gayretle çalışıyor. Ne kendimi ne öğretmen arkadaşlarımı ne de Türk öğrencilerini başarısız kabul etmiyorum dedim. Başarısızlığın sebebi sizlersiniz, çünkü bize nasıl bir eğitim sistemi hazırladıysanız, inanmadığımız o sistemde, inanmadığımız yöntem ve tekniklerle öğretmeye, ezberletmeye çalıştık…. Sözümü bitirdiğimde tüm salon beni alkışlarken hanımefendinin başı önüne eğikti.
Anladım ki,
“İşi doğru yapıyorduk ama, doğru işi yapmıyorduk”
….
Çoklu zeka kavramı, yapılandırıcı eğitim yaklaşımı daha sonra katıldı aramıza…