Yıl ikibin üç (ya da dört), İnegöl lisesi’nin çiçeği burnunda müdürüyüm. Hani üç bin küsür nüfuslu, yüz otuz öğretmenli İnegöl’ün ve çevre muhitin en köklü, en büyük, (en “tek”) düz lisesi vardı ya o işte. Hani, İnegöl’de her üç kişiden ikisinin mezun olduğu, kiminin yarıda bırakıp ayrıldığı, bir kısmının en azından bi kayıt yaptırıp terk ettiği, 1932 de ortaokul, 1966 da lise, 2006 da anadolu lisesi, sonrasında arşivi ve hatıralarıyla birlikte Naire Çikeyava Anadolu Lisesi… Hani önce spor salonu, sonrasında B bloğu ve nihayet ana binası da yıkılıp İnegöl’ün eğitim tarihine usulca gömülen müstesna okulumuz işte…
Sabah yedi sularıydı… Sabahçı ğrencilerimizi selamlayıp, rutin kılık-kıyafet, saç-sakal kontrolüyle uğurlamıştık sınıflarına… Ziller sırasıyla çalınca, öğretmenleri de girince sınıflarına, iyice sessizleşince koridorlarlar; başmuavin, ve diğer müdür yardımcılarımızla haftanın değerlendirmesini yapmak üzere toplandık makam odamızda. Önce kantinci elinde çay tepsisiyle geldi, ardından adliyede mübaşir bir abimiz. “Müdürüm rahatsız ediyorum sabah sabah ama, işe giderken bırakayım dedim” deyip uzattı elindeki kitabı. Bir şiir kitabıydı elindeki ve kapağında onun adı yazıyordu büyük harflerle. Oğullarımız aynı karate kursuna gidiyordu, antrenman akşamlarında orada görüşürdük ve samimiyetimiz antrenmanlar esnasında oluşmuştu…
“Sen mi yazdın” dedim.
“Evet” dedi mahcup… Ani bir kararla
“13 tane ver” dedim, şaşırdı.
“Sen ver” dedim, ısrar ettim. Çıkardı çantasından, koydu masama.
“Kaç lira” dedim, “kaça satıyorsun”…
“5 bine satıyorum ama sizinkini hediye edecektim” dedi, alçak sesle..
65 bin lira çıkartıp verdim, kapıya kadar yolcu ederken tebrik ve teşekkürlerle onure ettim lisanımca…
Bizimkiler anlam veremedi on üç kitaba, oysa planım çok farklıydı benim….
Okulda on iki edebiyat öğretmeni vardı; kimi sabahçı, kimi öğlenci, kimi ahirindeydi meslek hayatının, kimi evvelinde. Kimi zarif bir hanımefendi, kimi nazik bir İstanbul beyefendisi… Tek tek çağırdım öğretmen arkadaşları ve on iki kitabı sattım onlara tanesi 5 bine…
Uzun bir zaman bu konuşuldu öğretmenler odasında. Neyin nesiydi bu şimdi, başka işi mi yoktu müdür beyin… Ne kitap, kitaba benziyordu, ne şiirler bir sanat arzediyordu. Çoğu alelade sıradan şeylermiş. Ormana, ağaca, vatana, bayrağa, anaya, sevdaya, her şeye yazılmış, hecesi eksik, kafiyesi bozuk şiirlermiş, diye kulağıma gelmekteydi serzenişleri…
Nihayet, birkaç hafta sonra öğretmenler kurul toplantısı vardı ve sitemlerini orada arzettiler hep bir ağızdan. “Müdür bey kusura bakmayın ama bize sattığınız şiir kitabı, hiç bir yönüyle bir eser değil. Muhtemelen arkadaşınızı desteklemek için yaptınız bunu, ama biz bu husustan hiç memnun değiliz” dedi zümre başkanı…
Bu zaviyeden baktıklarında haklıydılar elbet. Ama başka bir pencere açtım onlara…
Dedim ki : “Haklısınız, kitabı ben de okudum, inceledim. Şiirlerde sizin bildiğiniz ve aradığınız, ne sanat, ne estetik mevcut değil. Oldukça amatör gözüküyor. Bu nedenle bu kitaba, bu para verilmez… Lâkin, bu kitabı yazan lise mezunu bir mübaşir… Bütün bilgi birikimiyle, dugu ve dağarcığıyla, uykusundan ve keyfinden feragatiyle onlarca saatini harcayarak ürettiği bir eser bu… Evet bu benim arkadaşım.. Ve medeni cesareti, azmi, gayreti ve hayalleri için hak etmiştir bu parayı” dedim sustular…
“Arkadaşlar, sizler güzide bir okulun, bilgi birikimi ve tecrübesiyle saygın öğretmenlerisiniz. Bu alanda eğitim görüp eğitim vermektesiniz. İstedim ki, bütün bu birikiminizi, hayallerinizle kurgulayıp, müstesna kelime haznenizle süsleyin, kıymetli bir vesikaya bir esere dönüştürün… İstedim ki, bu arkadaşım size özgüveniyle cesaret versin… İsterim ki, meslek hayatınızda, eğitimini verdiğiniz edebiyatın herhangi bir alanında bir eser ortaya koyun. Kendi hikayenizi yazın…
Kısa bir tefekkür vakti, birkaç sessiz dakika.. Ardından başka konulara geçtim…
O günki tavsiye ve nasihatlerim ışığında, ahir ömrüme hedef olası kararım var şimdi… Öncelikle eğitim, sonrasında yönetim olmak üzere; bilhassa gündelik hayata, vicdana ve kul hakkına, hasseten ve hususen en ayrıntı konulara dikkati çeken yazılarım olacak her hafta… Öncelikle bu platformdan yayınlayacağım, sonra da kendi sitemden. (yusufsevkiyucel.com)
Kendime not: Her gün bir gazete, her hafta bir dergi, her ay mutlaka bir kitap oku. Bir dergide, bir platformda düzenli olarak yaz. Ömründe (hiç olmazsa tek) bir kitap kaleme al. Bir eser bırak. Yaz artık yaz….
Kendime ipucu/tavsiye:
1. Her hafta yaz, mümkünse pazar günleri yaz.
2. Uzatma, kısa yaz(hedef kitlen uzun yazıları okumuyor)
3. Eski(eskimeyen) Türkçe kelimeleri kullanmaya gayret et yine. Elzemdir, efdaldir, eyidir yani…
4. Ağyara dokunma, kimi incinir küser, kimi kinlenir, sitem eder. Maksat hasıl olmaz…
5. Şiir de yaz ara sıra, ona da ihtiyaç var..
6. Yorumları önemse, o mecradan nice ilhamlar gelir, gözardı etme, önyargılı olma.
7. Sen iyi seversin, merhametinden taviz verme…
Bismillah her hayrın başıdır. “Bismillah” de, başla…
Yusuf Şevki YÜCEL
(onocakikibinyirmibir)