Rahmetli babamın notları arasında rastladım, maneviyatı yüksek bir hatıraydı bu. Kendi ağzından anlatayım size…
“Yirmi beşli yaşlarımdaydım, 1950 sonrası.. İstanbul’da Mehmet Zahit Kotku hazretlerine intisab etmiş, halvetine talip olmuştum. Bu vesileyle zaman zaman İstanbu’a geliyor bir kaç ay kalıp Suluova’ya babamın yanına dönüyordum. Bu manevi iklimde bir kaç hadiseye şahit oldum ki, birisi beni çok etkilemiştir…
Babam, her gidişimde bana eski yazma eserlerin olduğu bir kitap listesi verir, sahaflardan soruşturup bu kitapları tedarik etmemi, dönüşümde getirmemi isterdi.
Bir seferinde bu maksatla sahaflar çarşısına girdim. Oldukça eski bir dükkâna daldım gayriihtiyari. Kesif bir rutubet ve kitap kokusu vardı dükkânda. Yüzlerce istiflenmiş kitap arasında, ortamın loş karanlığında, ceviz boyalı bir masada oturur halde, altmışlı yaşlarında, beyaz sakallı, nurani yüzlü bir zat vardı. Selam verip elimdeki listeyi uzattım kendisine. Listeyle birlikte aldı selamımı. Ağır hareketlerle okuduğu kitabın sayfasını kıvırdı, kapattı, masanın üzerindeki onlarca kitabın üstüne koydu. Listeyi aldı elimden, inceledi bir süre. Sonra yüzüme baktı, baştan ayağa süzdü beni. “Biraz daha uzun boylu olsan, sakalın beyaz olsa, aynı o” dedi. ” Kim” dedim, “kim, kime benziyor”… “Sen”dedi, “Yusuf Şevki efendiye çok benziyorsun”.. Nutkum tutuldu. “O benim dedem, lakin anlayamadığım şu ki, merhum dedemi bizzat görmüş olman mümkün değil. O vefat ettiğinde babam 3 yaşında idi, siz ise ondan daha gençsiniz, bu nasıl olabilir?” Bir yandan listedeki kitapları ayırıyor, bir yandan da beni dinliyordu. Tekrar baktı yüzüme. “Evlat” dedi, “Bir sahaf, himaye edip, gözetip, okuyup, ticaretini yaptığı eserin müellifini tanımıyorsa sahaf değildir. Ve sahafsan eğer, manevi bağını kuramadığın kitabı dükkanına koymayacaksın”…
Kitapları aldım, dönüşümde babama teslim ettim, hikayemi de anlattım. Şaşırmadı, tebessüm etti sadece…
Sonrasında çok defa uğradım o sahhaf efendiye, çok kere de sordum sırrını.
Anlatmadı…
Yusufşevkiyücel
(İkimartikibinyirmibir)