Birkaç gün önce merkezi sisteme girip, cami hoparlörlerinden müzik yayını yapıldı malum. Hadise İzmir’de olunca ve bir partinin bilindik mensubu ile birlikte, bir sazan güruhta sosyal medya üzerinden olayı sahiplenip eğlenceye dönüştürünce, her salim akla “yine bir provakasyon mu?” sorusu gelmiştir. En üst perdeden hadise kınanmış, oyuna gelmeyeceğiz mesajı verilmiş, konu buzluğa kaldırılmıştır. Bayram arifesi olunca da, kimse eteğindeki taşları gösterme cesareti gösterememiştir.
Kendi zaviyemden baktım da hadiseye, ne provakasyon var işin içinde, ne de organize bir işçilik… Ne CHP zihniyetinin işidir bu, ne fetö, ne pkk, ne de bir dış mihrakın fişeklemesi… Ayan beyan ortadadır ki, bir Covid çağı neslinin, bir dijital çağ gençliğinin fırlamalığıdır bu ve henüz terlememiş bıyıklarının altından gülmektedir, anlamsız(!) tepkilerimize. Olayın görünen yüzüyle ya da deşifre olan sonucuyla ilgilenenler, karşılıklı kinleniyor, karşılıklı atışıyor ve kutuplar iyice uzaklaşıyor birbirinden… Her fırsatta hamasetle savurduğumuz birlik-beraberlik, kardeşlik nutuklarıysa havada kalıyor böylece…
Covid çağı çocuklarının işidir bu diyorum ben. Müthiş eğleniyorlar bizimle… Arafta kalmış Müslüman, laik, demokrat, Atatürkçü, Milliyetçi, muhafazakar, ne varsa hepimizle dalga geçiyor bu çocuklar. Her dakika, her birimizin kutsallarını trolleyip, bizim atışmalarımızdan, salaklığımızdan büyük keyif alıyor namussuzlar. Biz se, her seferinde oltalarına takılıyor, görüyor ama fark edemiyor, bir güzel yutuyoruz parlatılmış zokayı…
Covit çağı çocukları diyorum ben onlara. Dijital çağın yerlileri, onlar. Kodese tıkmak istiyorsanız topyekün, vereyim eşkallerini. Yüreğiniz elverip te, aforoz edebilecekseniz, tek tek anlatayım kimliklerini size.
Covid çağı çocukları bunlar. Hedonik (hazcı) kültürün evlatları… Doyumsuz nefsleri var ve kainat egoları tatmin olsun diye yaratılmış bu gençlerin. Yedikleri önlerinde yemedikleri ardlarında, her türlü ihtiyaçları giderilir birileri tarafından… Bu kişi annesi ya da babası da olabilir, öğretmeni de… Belediye, ya da bütün bir devlette olabilir, fark etmez onun için. Aslolan onun mutluluğudur, onun yüce tatminidir… Vatan, millet, bayrak, ezan, ibadet, sadaka, din… gereksiz sınırlamalardır onun için. Bir uğurda can vermek, (şehadet) olsa olsa bir maceradır onun nezdinde. Hiçbir kutsal, hiçbir manevi değer bağlayıcı değildir onu, üst kimliği özgürlük üzerinedir çünkü. Aşk, sevgi, cinsel hazzı bitinceye kadar; merhamet, şefkat o istediği sürece ve sadece ona olmalı. Kulaktan dolma CHP’li de olabilir bugün, yarın aynı şekilde AKPARTİ’li de, aidiyeti yoktur çünkü, fikri de yoktur, zikri de… Ha, cahil değildir, okumuş, okutulmuştur kolejlerde, en prestijli üniversitelerden mezun olmuştur evet. Buna mukabil minnet mi, peh… “doğurmasaymışsınız” eşek gibi bakacaksınız, okutacaksınız, en güzel hayatı sunacaksınız ona… “Misak-i milli sınırları” ne kadar anlamsız onlar için bir bilseniz, ne işimiz var Suriyede, Libyada, bize ne Kudüs’ten Myanmar’dan; “neden bir devlete mensubuz” ki diyecekler yakında… Bayrak ne ki?.. Ezan, bir kuru gürültü, cami arazi işgali, namaz boş bir ritüel (!) ?.. Atomu evreni, insanı, kainattaki kusursuz intizamı, formülleriyle, teori ve kuramlarıyla ortaya döker bir çırpıda, lakin “nasıl”lığı umurunda değil hiçbir zaman…
Geçen yaz, İnegöl’de bir yüzme havuzunda bir çocuk.. Havuz çıkışı duşunu alırken yanından geçiyordum. “Amca bakar mısın, sırtım sabunlu mu” dedi, şaşırdım. Biraz sonra “havlunu kullanabilir miyim, almayı unutmuşum” dedi, şok oldum. “Evladım, ciddi olamazsın, bu benim havlum ve sen bunu kurulanmak için istiyorsun, öyle mi?” dedim. Tersleyince kırıldı ya, o beni anlayamadı ben onu…
O, öyle yetiştirilmişti çünkü, kainat ona hizmet etmeliydi… O gün bu gün daha yakından gözlemliyorum bu çağın çocuklarını ve yadırgamıyorum artık. Spor salonunda milyonluk kıyafetlerini, ayakkabısını unutuyor da, günlerce arayıp sormuyor; kendisine bir şekilde ulaşıp teslim edene minneti de hürmeti de yok, görüyorsun bunu ibretle. Her konuda böyleler aslında, şükürsüz ve minnetsiz…
Covid çağın çocukları, şu pandemi sürecinde evde kalmaktan şikayetçi mi sanıyorsunuz? Binlerce dolarlık oyun konsolu elinin altında, son teknoloji bilgisayarında, sanal hazların en yücesini tatmin ediyorken sabahlara kadar, umurunda mı bu gün açıklanan entübe hastaların sayısı, ya da ölenlerin nasıl gömüldüğü. “Ekmek elden, su gölden” değil mi ki, niye bu kadar yardım filan dağıtılıyor canla başla. Popüler olan neyse, asi olan kimse onun yanında bu kardeşlerimiz. Nomofobik arkadaşlar bunlar, bilgiye de anaında ulaşır, her istediğine de… LGBT, (artısıyla beraber), uyuşturucu, her türlü fantezi, “özgürlük” onun gözünde; niye kısıtlansın ki. Umurunda mı açlıktan ölen Afrikalı çocuk; o sokak hayvanlarına düşkün, evdeki iguanasının yeminde, bakımında aklı… Bir kelime incelemediği kur’anın muhalifi, dinin düşmanı aşikar. Argümanları aynı işte bildiğin, “her türlü pislik, hurafe, safsata, geri kalmışlık Müslümanlarda (!)”…
Velhasıl, minarelerden “Çav Bella” çalan çocuklar nerede, anladınız değil mi? Neden yapıyorlar bunu, görüyorsunuz değil mi?.
Hadi tutuklayın hepsini; biri oturma odanızda cep telefonu elinde hipnoz olmuş, diğeri odasında bangır bangır “aldatmak” üzerine şarkıları kareoke yapıyor, kendinden geçmiş. Biri, büzüşük dudaklarıyla poz vermekte, sanal alemin maymunu; bir diğeri, günde otuz posta odasına çay, börek, çerez taşıdığın memnuniyetsiz oyun düşkünü…
Sen yetiştirdin, sen evcilleştirdin, sen inançlarından, değerlerinden, akrabandan izole ettin, milli, manevi bir ruhtan azade ettin bu çocuğu.
Git tutukla şimdi, hadi kodese tık bakalım yetiştirdiğin canavarı…
Not: Güzel ailelerin, güzel yetiştirilmiş çocuklarına selam olsun. Sitemim çocuklara değil elbette, sitemim umursamaz ebeveynlere. “Ne ekersen onu biçersin” derler ya, dijital çağa evrilirken neler kaçırdığımızı da görelim istedim…
y.ş.yücel(yirmiüçmayısikibinyirmi)