KENDİ KENDİNE…

Hayli zaman olmuştu kendisiyle konuşmayalı. Son konuşmayı hatırladı… Soğuktu, yorgundu, başı ağrıyordu, ne konuşacak, ne dinleyecek halde değildi; buna rağmen bir süre dinlemişti ve uyumuştu. Ne konuştuklarını bile hatırlamıyordu. Çok ta ciddiye almazdı ya, öylesine geçiştirirdi işte kendi kendisini…
Banyoya girdi, elini yüzünü yıkadı, aynaya baktı bir süre. Beyaza çalan yüzüne genel bir bakıştan sonra ayrıntıya girdi, inceledi.. “Saçlar… Ne çok beyazım var” dedi, “göz kenarlarım bu denli çizik miydi yahu?”… Kırışık alnına, siyah noktalarına, yanakta, kulak kenarlarında rahatsız edici tüylere, gözaltı torbalarına birkaç tur baktı. Soğudu kendinden. “Dişlerim” dedi. En çok onlardan memnundu, köşe bucak baktı tekrar, canı sıkıldı, çok sıkıldı. Bir kelime etmeden kendine, ilk defa şımartmadan çıktı banyodan… Ne söylesindi ki…
Geçti salona, çöktü koltuğuna, ellerini kavuşturdu, öylece bakakaldı boşluğa. Kendisiyle baş başa kaldığının farkındaydı ve muhtemelen uzun bir sorgu, hummalı bir çatışma çıkacaktı. “Evet dinliyorum” dedi kendine, “anlatacakların var sanırım.” Sesini çıkarmadı, kafasını çevirmedi.. Bir süre sustular… Sesini yükseltti bu sefer. “Hadi anlat bakalım, nesin sen?, kimsin sen?, hadi anlat bakalım. Bunca yılın muhasebesini bu akşam yapacağız birlikte. Kaytarmanı istemiyorum bu kez. Sorularımla bunaltacağım seni, üzeceğim hatta. Ama bu konu bu gün halledilecek dedi kendine. Hiddeti gittikçe artıyordu ve bunu hissediyordu şakaklarında…
Döndü, kısa bir an baktı kendine, “tamam” dedi kararlı bir şekilde. “Sor , ne soracaksan. Hepsine cevabım hazır.”..

Kimsin sen? Kendini anlat bakalım” dedi. “Ellisini devirmiş kır saçlı bu adam kim?… Filanın oğlu, filanın torunu deme bana, bildiğimi değil, bilmediğimi anlat…

“Biliyorsun beni ya” diye cevap verdi, “babamı, annemi, ne zaman ve nerede doğduğumu, neler yaşadığımı, hepsini biliyorsun sen. Sırlarımı da biliyorsun, görünenimi de.. Pişmanlıklarımı da biliyorsun, gurur duyduklarımı da, zaaflarımı da biliyorsun, başarılarımı da… Hüznümde de vardın neş’em de de. Neyi soruyorsun şimdi?…. Yakışıklıyım, karizmatiğim, yetenekliyim, zekiyim, analitik düşünürüm, sempatiğim, fiziğim düzgün, alımlıyım, şık giyinirim, şiir yazarım, resim yaparım sesim güzel…daha devam edecekti ki, okkalı bir tokat geldi yüzüne..

“Yeter artık, sus” dedi kendine. “Bu kadar ukalalık, bu kadar kibir fazla.. Bu anlattıklarının hangisi senin seçimindi. Hangisi senin gayretinle oldu. Ne emek harcadın yakışıklı ve sağlıklı doğmak için, yeteneklerin senin başarın mı, zekan, karizman… Övündüğün, kendini tarif için seçtiğin cümlelere bak. Hadsiz…” Bağırdı, azarladı, silkeledi kendini.
“Bak, kendine gel, işindeki başarılarını anlatıyorsun, övünüyorsun bana. Hep yaptığın şey bu. Bin kere dinledim bunları senden. Tüm bu çalışmaların, makam, mevki sıçramaların, enteresan kazançların olurken, kâinat yardım etmedi mi sana. Yüzlerce ihtimal bir araya gelmedi mi, sen bu başarıyı elde edesin diye?. Kader açmadı mı kapılarını bir bir?. Rızkını da mı sen artırdın (!) yoksa edepsiz. Şimdi kime hava atıyorsun, anlatma sus artık” dedi. Burnundan soluyordu, hırsla itekledi omzunu kalktı.

“Ben gidiyorum” dedi. “Senin cahilliğine,kibrine tahammülüm yok… Yarın bu saatte geleceğim ve bana düzgün cevap vereceksin. Yoksa külahları değişeceğiz…

Kimsin sen”… Git araştır. Git sor, git düşün, git.. git başımdan dedi ve çıktı. Gitti…

Bir başına kaldı, kötü hissetti kendini. Neyi araştıracaktı yahu, her şey ortada değil miydi… Bir süre hayıflandı durdu. Sonra söylediklerini düşündü, haklıydı kendi. Tüm bu anlattıkları doğuştan, kendiliğinde, tesadüfen, tevafuken, kaderle, kazayla, vs. vs olmuştu evet… “Bu anlattığım ben değilsem, bu övündüğüm, gururlanarak sitayişle anlattığım başarılar ne o zaman, uğruna bir ömrü feda ettiğim, her sabah aynaya bakıp sevdiğim bu adam kim?.. Gerçek ben, kim?… Kimim ben?… Başını ellerinin arasına aldı, çömeldi, tiksindi söylediklerinden, kendine acıdı, saltanatına baktı, yalanlığına güldü, acizliğine ağladı…
“Kimim ben” diye yazdı internete… Saçma sapan yorumlar, bilgiler, bir şeyler buldu ;“kimsin sen” diye yazdı, saatlerce araştırdı, sonuç değişmedi, mutmain olamadı bir türlü…
Somut bir şeyler bulmalıydı, akşam afili cümlelerle sunum yapacaktı kendine. Hem kendini, hem kendi kendini ikna edecekti…. Olmadı, olamadı…

……………..

“Allah” dedi… Bir kez daha “Allah” dedi tüm benliğiyle… “Sen yarattın alemi, evreni, sen yarattın cümle zerreyi, içlerinde beni de… Ben aynıysam aynılığımın, farklıysam, farklılığımın sebebi sensin, varlığım da sensin, tekliğim de sensin. İmanın şartını da biliyorum, İslam’ında, namazı da biliyorum, ilmihalimi de… Bunu biliyorum, vallahi biliyorum, “amentü billahi” biliyorum. Babamın, dedemin bildiği gibi, bildirdiği kadar biliyorum…

Lakin “ben kimim” yarabbi.. Ben kimim, bilmiyorum…” Yakardı bir süre… Büktü boynunu, tefekkür etti…
“Ahh” dedi birden. “Kur’an.. Ona müracaat etmeliyim, son kitabına rabbin. Yazmıştır beni, muhakkak varım dedi orda. Ben yoksam eğer, niye varım ki… Ben yoksam eğer, kim var ki Orada” Dedi. Heyecanla kalktı, abdestini alıp okumaya başladı..
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla… Elhamdü lillahi rabbil alemin , errahmanirrahim… devam ettikçe sarsıldı. Kaç binlerce kez okumuştu da böylesi etkilenmemişti doğrusu. “Ben kimim? Sorusundan utandı. Ben yoktu ki, biz de yoktu, O vardı yalnızca… Tek hâkim O’ydu ve gerisinin hükmü yoktu… “Varlık sebebimi de anlatıyor bu sure, yokluk sebebimi de”. Ben “HİÇ” mişim, bu kadar dedi… Heyecanlandı, tatmin olmuştu, rahatlamıştı ya, coşkuyla devam etti okumaya… Niyeti yeni sorular, yeni cevaplar bulmaktı bu sonsuz kaynakta…
Mü’minun suresi, 12 -14. Ayetler… çıktı karşısına… “Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu (Hz. Adem’in nesli olan) insanı sarp ve metin bir karargahta (rahimde) bir nutfe (zigot) yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (yapışan şey) haline getirdik, derken o alakayı mudga (bir çiğnem et) yaptık, o bir çiğnem eti kemik(lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik. Sonra onu başka yaratılışla inşa ettik (can verdik, konuşma verdik)…

” Beş kez, on kez okudu, gözlerini kapadı, düşündü, düşündü, düşündü…
Elli küsur yıl önce bizzat yaptığı bu yolculuğu ve sonrasını başından sonuna yeniden canlandırdı gözünde …

Vücuduna baktı, nutfeydim dedi, nutfe oldu.. Nutfe: duru ve safi su demekti ayrıca ; keyif aldı bu durumdan… Alak oldu, tutundu korunmuş, bir emin beldeye… “Kan pıhtısı büyüklüğündeyken de özelmişim” dedi, göğenerek… Günlerce kaldı ve hummalı çalışmayla kat be kat büyüdü orada… Ve “Mudga”.. Bir çiğnemlik et diye tercüme etmişler yazık… Oysa “çiğnenmiş et” şekliyle ve son haliyle, tam da bu durumdaymışım. “Kırk günlük ben, ne çok muhafaza altındayım. Ne çok kıymetliyim” dedi.. Mudga halini çok sevdi.. Sonra kemik oldu, bir cılız iskelet oldu özene bezene.. Sonra ete büründü itinayla… “Kusursuz fiziğim, ağzım, burnum nasıl da yakıştı bu yüze” dedi… Öylece duruyorken mahfuz bir yamaçta, bir şey oldu ve “ben” oldu çiğnemlik et, “tüm bu hengame, bu başdöndürücü kurgu banaymış meğer.. “Can geldi, ruh geldi, hareket geldi, evrildim” dedi… Göğsüne attı elini, dinledi… Pıt pıt diye başlayalı ne çok vakit olmuş diye düşündü… Bir ılık suyun içinde olduğunu farketti. Günbegün yenilenen, tarifi imkansız bir huzur beldesi burası. Ne gam, ne tasa, ne korku, ne keder var burada… “İhtiyaçlarım mı peh, hiç düşünmüyorum bile” dedi. Vakta ki, büyüdü semirdi, gürbüz bir ay parçası oldu. Dar gelir oldu bu ihtişamlı mekan, ilk defa endişelendi geleceğinden….
Ve o an… Ne müthiş bir senaryo, ne muhteşem ne heybetli bir geliş bu… Kaygılarının yersiz olduğunu, ilk feryadının ardından o masum, o yüce merhamet ve şefkat pınarının kollarındayken anladı…

Ah, bundan sonrası malum zaten…
Okudu tekrar, tefekkür etti, tevekkül etti…

“Ben nutfeyim, ben Alaka’yım, ben Mutğa’yım, ben bu bedene üflenen ilahi ruhum, ben can’ım, ben seçilmişim, özenle korunmuşum, bir benzersiz şaheser olmuşum”… dedi…
Akşama hazırdı, iki kelimeyle hazırdı…

Ben “HİÇ” im diyecekti, ve ben “VAR”ım diyecekti…
“Var’sam, bir mühim vazifem de olmalı ve yazıyor olmalı bu kitapta” diyecekti… “Sadece İnsan’a verdiği, AKIL ve İRADE ile umumi; şahsına özel olarak verdiği zeka, güç, kudret, yetenek, güzellik, fırsat, mal, evlat vs. a karşılık, “ŞÜKÜR”, “MERHAMET” “SABIR” ve “ÜRETİM” üzerine de hususi imtihanım olmalı” diyecekti… Bu minval üzere yeniden gözden geçireceğim geçmişimi..Yüce kitapta anlatıldığı şekliyle AKIL, İRADE, ŞÜKÜR, MERHAMET, SABIR ve ÜRETİM üzerinden yeniden kurgulayacağım geleceğimi” diyecekti… “Kitap’a bakacağım ve artık okuyacağım, hep okuyacağım” diyecekti…

“Emrolunduğum gibi dosdoğru olacağım” diyecekti…

y.ş.y (31.Aralık 2018)

 

içine gönderilmiş