OLDUM OLASI SEVERİM UÇUK KAÇIKLARI

Oldum olası severim uçuk kaçık insanları, yüreği kıpır kıpır, canı da kanı da sıcakları…

Aslında o çocuktan bahsediyorum, herkesin içinde var olan. Kimi pusturulmuş- susturulmuş, kimi küstürülmüş- susturulmuş, kimi korkutulmuş-susturulmuş, kimi doğuştan engel/li o çocuk.. Ya sözle, kelamla, ya eğitim adı altında kalemle ya da bizatihi sopayla, terbiye (!) edilmiş o çocuktan bahsediyorum. O içi içine sığmaz, sevdi mi coşkuyla sever, eğlendi mi dibine kadar eğlenir, güldü mü kahkahasını kainat duyar, neş’esi ısıtır cihanı.. Üzüldü mü candan üzülür, ağlarsa yüreğinden akar yaşları. Bilirsin, hissedersin, dokunabilirsin duygularına. İçinde ne varsa dışına akar, ne gözleri yalan söyler, ne sözleri. Mış gibi yapmaz o çocuk. Planlamaz, siyaset bilmez, hesap yapmaz, bodoslama yaşar yaşanması gereken anı. Ertelemez mutluluğunu, bağlamaz ona- şuna- buna… İnsanın özü o çocuk, mayası o çocuk insanlığın… 


Ne var ki, o uçarı, o içi dışında, çılgın çocuğa kastımız var topyekun. Elbirliği ile onu öldürüyoruz gıdım gıdım. Önce coşkusunu alıyoruz, heyecanını bertaraf ediyoruz, hayallerini törpülüyoruz. Sonra gelenek, örf, adet, ahlak, din ve kendi kriterlerimizle disipline ediyoruz yavrucağı. Ve, ya pes ediyor, çekiliyor köşesine, ya da kahir ekseriyetin ithamıyla, “isyankar”, “problemli insan” (!) oluyor… 


Ben, oldum olası severim uçuk kaçık insanları, yüreği kıpır kıpır, canı da kanı da sıcakları… 


Kendim se, yani nam-ı diğer ağır abi .. Bebekliğinden beri, içindeki yaramaz çocuktan haber alamıyor. Öldü mü, kaldı mı, bir yerlerde kapalı mı, cezalı mı yoksa… O muzip çocuk, bir iğde ağacının kaküllerine mi sığındı, ce’e deyip çıkageleceği güne mi sakladı kendini… Yoksa, hiç mi var olmadı, eksik kromozom gibi… Bir “iç çocuk” engellisi mi bu ağır adam, bilemedim… Sekizli, onlu, yirmili, otuzlu, kırklı, ellili yaşlarında “kendim bey”e, fırlayıp bir kez, ben de varım beni de besle doyur, bana da zaman ayır, demedi deli çocuk…
Olgun adam, ağır abi, suratsız bey, poker bakışlar, Orhan baba bıyıklar, Müslüm yürüyüşler, konuşmaz, gülmez, sever mi – sevmez mi renk vermez… Üzülmüş mü, ağlamış mı, canı mı yanmış, korkmuş mu, şaşırmış mı bilinmez. 


Ne eğlendiği belli, ne keyif aldığı hayattan. Bütün risklerinden izole yaşadığı ömrün lezzetinden bihaber, müptelası olduğu ne bir sanat, ne tutkunu olduğu bir spor, ne aşina olduğu bir şiir yön vermemiş hayatına… Muhtemeldir ki, dostu da yok bir canciğer sırdaşı da… Bu ağır adam yaşar mıydı, yaşamaz mıydı. Çok ta beyefendiydi ya, evrene sığmayan o gizemli duygu, bir dakika uğramış mıydı kan çanağı yüreğine, Şu ihtiyar dünyada, bir var mıydı, bir yok muydu bu adam …


Öyle ya da böyle geçiyor işte ömür dediğin. Baki kalan bir “hoş seda”yı uçuk kaçık, deli dolu kalpler bırakıyor gök kubbede…


Oldum olası sevdim uçuk kaçık insanları, yüreği kıpır kıpır, canı da kanı da sıcakları…
Y.Ş.Y (25.12.2018)

içine gönderilmiş